Kapitalizm
Kapitalizm, bir ekonomik sistemdir. Kapitalizm sisteminde üretilen ürünler şahıslarındır ve bu sistemde üretim yüksek kar elde edebilmek için yapılır. Diğer bir değişle; sahip olunan mülk, insan ve doğa tarafından meydana getirilen sermayenin şahsi kar için kullanılmasıyla belirlenen sisteme kapitalizm diyorlar.
Kapitalizm, özel mülkiyete ve özel teşebbüse dayanan ekonomik bir sistemdir. Bu sistemde ekonomik aktivitelerin hepsini içine katmasak da büyük bir kısmı kar elde etmek için şahıslar veya özel kuruluşlar tarafından yürütülür.
Kapitalizmde ekonominin bir kısmı kamuya ait olabilir. Hükümet kamu sağlığı ve güvenliği, rekabetin düzende tutulması ve çevrenin korunması gibi belli bazı düzenlemeleri de şahıslara veya şirketlere uygulayabilir. Ancak böyle düzenlemelerin genelde negatif sonuçları olur. Kurallar genellikle bireylerin ve kurumların normal şartlarda gerçekleştirmeyecekleri uygulamaları zorunlu tutar.
Kapitalizm altında ekonomik alışverişler kar amacı güden özel bireyler veya firmalar arasında olur. Hem özel mülkiyet fikri hem de kar amacı fikri aslında kapitalizm öncesinde prensipleri ekonomide uygulanmış pek çok doktrin veya dinin kurallarına aykırıdır. Ancak 1700’lerde, insanların ekonomik çıkarları dahil olmak üzere şahsi çıkarlarının peşinden gidebilme özgürlüklerinin olması gibi bazı argümanlar güçlü bir şekilde ifade edilmiştir. 1714’de Bernard Mandeville (1670 – 1733) tarafından yazılan “Arıların Hikayesi” (The Fabe of the Bees) böylesi argümanlara bir örnektir. Mandeville’nin öyküsü, kendilerinin ne kadar bencil olduklarını anlayan ve bir reforma gitmeye ve diğerlerinin de iyiliğini düşünerek yaşamaya karar veren arıların bulunduğu bir arı kovanının hikayesidir. Ancak bu reform felaketle sonuçlanır. Askerler, hizmetçiler, tüccarlar, ve diğer pek çok arı kovandan atılır zira artık onların hizmetine ihtiyaç yoktur. Aslında Mandeville kovanın aslında eski bencil ve kibirli haliyle çok daha iyi çalıştığını anlatmaya çalışmaktadır.
Toplumun tamamının iyiliğinin, insanların teker teker kendi çıkarlarının gözetebilmelerinden geçtiği fikri on sekizinci yüzyılda liberal ekonomik düşüncenin temel taşı olmuştur. Bu yüzyılın ortasında bir gurup Fransız düşünür, fizyokratlar, bu fikri ekonomik teorilerine eklemlendirdiler. Merkantilizme karşı çıkarak gerçek zenginliğin ne ticarette ne de imalatta olduğunu, zenginliğin temellerinin tarımsal üretim olduğunu iddia ederler. Dahası bu zenginliğin geliştirilmesinin ekonomiye müdahale edici düzenlemelerden ve kısıtlamalardan değil kısıtlanmayan özgür girişimden geçtiğini iddia ederler. Hükümetlere, ekonomik düzenleme ve kısıtlamaları kaldırmaları ve insanlara pazarda rekabet edebilmeleri için serbest bırakmaları tavsiyesinde bulunurlar. Şu ifade fizyokratların fikirlerini özetler: “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler.” (laissez faire, laissez passer)
Laissez faire fikrinin en esaslı ve eskili savunması Adam Smith ‘in “Milletlerin Zenginliğinin Doğası ve Nedenleri Hakkında Araştırma” (1776) isimli çalışmasıdır. Smith (1723 – 1790) İskoçyalı bir ekonomist ve filozoftur. Merkantilizme ve monopoliye karşı duruşu hasebiyle fizyokratlarlarla aynı fikirdedir. Ona göre iktisadi rekabet üzerindeki herhangi bir kısıtlama, kamuya faydalı olmaktan çok uzak olduğu gibi, insanlardan sadece az bir kısmının, kısıt sayesinde fayda sağlayabilen azınlığın, çıkarlarına hizmet edecektir. Pek çok insan için rekabetin engellenmesi, fiyatların yükselmesi ve kıtlığın artması demektir.
Bir çare olarak, Smith, bireylerin pazarda serbestçe rekabet edebilmelerini sağlayacak bir ekonomi politikasını önerir. Bu yalnızca herkese eşit fırsat tanıması sebebi ile en adil olan bir siyasa değil, aynı zamanda en verimli uygulama olacaktır. Çünkü şahsi çıkardan başka (yani kar amacından başka)insanları diğer insanlar için mal veya hizmet üretmeye motive edebilecek bir şey yoktur. Smit’in de dediği gibi kasaplar ve fırıncılar hayırsever olduklarından dolayı bize yiyecek vermezler, kendi çıkarları olduğu için bunu yaparlar. Kendimizi de, onların insanlığı üzerine düşünmeye değil, kendi çıkarlarını ne kadar düşünüyor oldukları üzerine kafa yormaya sevk etmeliyiz. Ona göre ekonomi üzerindeki kısıtlamalar, sınırlandırmalar ve ayrıcalıklar kaldırılırsa bu insanları kar etmek için mal veya hizmet üretip satmaya teşvik eder. Kar edebilmek için üreticiler rakiplerinden ya daha kaliteli ya da daha ucuz mallar üretmek zorundadırlar, aksi takdirde insanlar ürünleri almayacaklardır. Serbest bırakılmış şahsi çıkarlar dolaylı olarak kamunun iyiliği için çalışacaktır çünkü mallar daha fazla, daha kaliteli ve / veya daha ucuz olacaktır. Smit’in tabiriyle sanki görünmeyen bir el, kendi çıkarlarını düşünen rakiplerin, toplumun genelinin ortak çıkarlarına hizmet etmelerini sağlayacaktır.
Smith merkantilistlere karşı çıkarak ülkeler arasında serbest ticaretin olması gerektiğini savunmuştur. Eğer yabancı topraklarda insanlar istediğimiz bir mal veya hizmeti bizlere, aynı ürünü veya hizmeti kendimiz ürettiğimiz takdirde ortaya çıkacak maliyetten daha az bir maliyetle satmak istiyorsa, bu ticaretin gerçekleşmesi gerekmektedir. Yurt dışından ithal edilen ürünlere konulacak vergiler yurt içindeki üretimi destekliyor ve koruyor olabilir ancak bu aynı zamanda yerli tüketimci için az sayıda, düşük kalitede ve pahalı malların tüketilmesi zorunluluğu demek olduğundan büyük bir maliyeti de beraberinde getirir. Bu nedenle ülkeler arasında barışçıl ve serbest ticaret uzun dönemde insanlar için en faydalı olandır.
Smith’in bakış açısına göre iktisadi değişimlerde devletin fonksiyonu olabildiğince az olmalıdır. Ona göre devletin yalnızca üç temel görevi vardır. Birincisi ülkeyi yabancı işgalinden korumak, ikincisi özllikle özel mülkiyet hakkını koruyarak adaleti ve düzeni sağlamak, üçüncüsü de özel girişimcilerin vermeyeceği veya veremeyeceği yollar, köprüler, kanallar, limanlar gibi, şimdilerde ekonomistlerin altyapı dedikleri ve iş faaliyetlerinin yürütülmesi için gerekli olan unsurları ve halk için eğitimi bir kamu hizmeti olarak sağlamaktır. Diğer bütün sektörler için en iyisi, kendi çıkarlarını düşünen girişimcilerin kar amacı güderek rekabet ettikleri serbest piyasaya bırakılmalarıdır. Rakipler kendi çıkarları doğrultusunda nasıl uygun görüyorlarsa o yönde hareket etmelidirler. Bu anlamda Smith ve diğer pek çok kapitalizm savunucusu liberal bir duruş sergilemişlerdir.
Modern dünyada üç çeşit kapitalizm görülmektedir. Bunlar teşebbüs kapitalizmi, sosyal kapitalizm ve kolektif kapitalizmdir. Teşebbüs kapitalizmi daha çok Anglo - Amerikan ülkelerde görülür ve saf kapitalizm olarak da nitelendirilir. Bu model dünyanın geri kalanında Amerika’da ve İngiltere’de olduğu kadar kabul görmez. Temelleri Adam Smith’in fikirlerine çok yakın olan bu model Milton Fridman tarafından da güncellenmiştir. Sosyal kapitalizm ise orta ve batı Avrupa tarafından geliştirilmiş bir modeldir. Almanya doğum yeridir. Avusturya, Benelüks ülkeleri, İsveç, Fransa ve pek çok İskandinav ülkesinde bu model görülür. Büyük oranda Friedrich List (1789 – 1846) fikirlerine dayanmaktadır. Teşebbüs kapitalizmine göre daha esnek ve pragmatik kurallara sahiplerdir. Örneğin List, yeni doğan endüstrilerin devlet tarafından yurt dışı rekabetten korunması gerekebileceğini söyler. Bu nedenle devletin ekonomiye müdahalesi bazen faydalı olabilir. Bu modelin ana teması pazarın toplumsal oluşudur. Bu pazardaki rekabet disiplinini, toplumun birliği ve dayanışması için gerekli ihtiyaçlarla kaynaştırılmasıdır. Son olarak kolektif kapitalizmin ana vatanı ikinci dünya savaşı sonrası Japonya’dır. Çinin de dahil olduğu Doğu Asya Kaplanlarının benimsediği bu model iş birliğine dayalı uzun dönem ilişkilere vurgu yapar. Bu ekonomiyi cansız bir fiyat mekanizmasına değil ilişkisel Pazar denilen bir mekanizmaya bırakmayı öngörmekten geçer. Örneğin Japonya’da sermaye ve finans sektörü çok yakın ilişki ve ortaklılar içerisindedirler. Bu nedenle yatırımlarını uzun dönemli yapabilme ve büyük karlar gözetebilme yeteneğine sahiptirler. Bu ve bunu gibi bağlantılar, ilişkiler ve ortaklıklar ekonomiye bir çeşit istikrar sağlar.
0 Yorum